2 Aralık 2011 Cuma

VENEDIK 2011

Gondollar Şehri VENICE !!

İtalya ile ilgili en büyük merakımız Venediği görmekti. Evet çok güzel bir şehir. Ama en baştan söylemeliyim benim için Floransa - Toscana bölgesinin tamamı ve Roma ilk sırada geliyor.
Otobüsten indikten sonra tekne ile Venedik'e ulaşılıyor. 118 adadan oluşan şehri, 1800'lü yıllarda Avusturyalılar ilk defa karaya bağlıyor ve ilk olarak yurik kazıklar üzerine tahta geçici evler yapılıyor.. daha sonraları kazıkların araları doldurularak evler ve saraylar yapılıyor.

Vapuretto, gondol ve su taksileri ile şehir içi ulaşım sağlanıyor. Eğer Venedik nüfusuna kayıtlı iseniz , belediye teknesi 1 € , onun dışında dışarıdan gelen herkese 5 €. Büyük kanalı gezmenin en kolay yolu 5 € verip vapuretto ile gezmek. İç çekme köprüsü ve Rialto köprüsü en meşhur köprüleri. Bir sürü köprü arasından daracık sokaklarını gezerek bütün Venediği dolaşmanız mümkün  ki zaten gondol ve tekne dışında başka taşıt olmadığı için şehir içini yürüyerek geziyorsunuz. Bisiklet bile kullanılmıyor. Zaten o kadar kalabalık ki sokaklar; ya oturabilir yada yürüyebilirsiniz, koşamazsınız :)

aç olmasanızda bu dilim pizza satan yerler sizi cezbediyor ....



Ben yaşayan, kendi halini bize gösteren şehirleri seviyorum. Sadece turizme yönelik olduğu zaman sanki asıl görmem  gerekeni göremiyorum gibi. Sokaklar, kafeler turist grupları ile dolu, sürekli hep aynı kalabalık. Bu yüzden böyle popüler şehirlerde hep meydanlardan uzak sokaklara, biraz daha şehrin içine gideriz. Ama Venedik'te bu çok fark etmedi açıkçası, sadece aldığımız hediyelik eşyaların fiyatları biraz daha düştü o kadar !
San Marco meydanı Katedralin önünde çok büyük ve güzel bir meydan. Meydanı gören kafelerde canlı klasik müzik çalınıyor. Bu kafelerde oturup 1 fincan kahve içmek 14 € !

koleksiyon kaşık : 4 €
magnet               : 2,5 €
t-shirt                 : 5 €
magnet               : 1 €
2 lt. su                : 2 €
bardak meyve    : 1,5 €
Venediğe gidip gondola binmemek olmaz ama biraz pahalı yarım saati 120 € , bir şişe şampanya ve plastik bardakta dahil !! Biz 6 kişi bindik kişi başı 20 € ödedik.


Venedik'in nemli havası olduğunu duymuştuk ve bizzat yaşama şansımızda oldu... Seçme şansınız var ise ağustosta Venediğe gitmeyin derim. Nefesinizi tıkayan üzerinizdeki, çantanızdaki giysileri ıslatan ciddi bir nemi var !

MURANO VE BURANO ADASI

Venedik2ten küçük teknelere binip 10-15 dk uzaklıktaki Murano adasına gidiliyor. Burası cam atölyelerinden oluşan bir ada. Tekneden indiğinizde direk bir atölyeye yada satış mağazasına giriyorsunuz. Bizim amacımız Burano adasını görmekti. Burano'ya gitmeden önce tekne Murano adasına da uğruyordu ve tur tek tur olarak satılıyordu bu sebepten ilk önce cam işçiliği ile ünlü Murano adasına gittik. İlk olarak atölyede cam yapılışını izledik, genel olarak gösterilen en belirgin motif  " ferrari atı " . Daha sonra merdivenlerden sizi mağazalarına yönlendiriyorlar ve pahalı cam eşya almak için özgür kalıyorsunuz !! Güzel objeler tabiki vardı ama Türkiye'de benzeri olmayan birşey pek yoktu. Bir de kırılma riskinden dolayı biz hiçbir şey almadık. Ve tekrar bizi bekleyen tekneye binip , 15-20 dk daha giderek Burano adasına vardık. Yolda birçok aile, büyüklü küçüklü tekneler ile açılmış, denize giriyor, güneşleniyordu.

@ Venice - Burano Adası
Burano adası kartpostal gibi bir ada : Rengarenk evler , evlerin önünde kayıklar, balıkçılar...
Burano bir balıkçı adasıymış, zaten kıyı kayıklar ile dolu. Anlatılan hikayeye göre , balıkçılar geç saatte çakır keyif  ! dönerlermiş, evlerini bulmakta zorlanmasınlar diye her ev ayrı renkte boyanırmış :))

@ Venice - Burano
Burano küçük, sokakları, evleri, dükkanları tertemiz  bir ada. Kocaları balıkçılık yapan kadınlar da boş durmayıp, dantel yapıp satıyorlar. Şirin mi şirin bir ada.

@ Venice - Burano Adası

Meşhur bir iki balık restauratı var. Bunlardan birine oturun balık ve beyaz şarap için, sokakları evleri seyredin. Biz öyle yaptık !
1 tabak karışık deniz tabağı ; içinde yağda kızarmış çeşit çeşit balık ve kalamar var 19 € bir karaf beyaz şarap 10 € ve kişi başı masa işgal / servis açma bedeli ile toplam 36 € ödedik.
magnet : 2,5 €


29 Kasım 2011 Salı

NAPOLI - POMPEI 2011

NAPOLI - " İtalya bir yana Napoli bir yana " derlermişş...

Güneyde yer alan Napoli, İtalyan pizzasının ve Napoliten şarkıların vatanı. Dar sokakları, uzun sahilinde restaurant ve kafeleri ile tipik bir akdeniz şehri. Kuzeyindeki şehirlerini görünce biraz İtalya'nın pasaklı çocuğu gibi. Kuzey gibi aristokratik değil, ama pasaport ve paralarınızı sağlama aldığınızdan eminseniz keyif alarak gezeceğiniz bir şehir.


Tabi İspanyol mahallelerine girmemek şartı ile :)) Hırsızlığın kitabının yazıldığı bu şehirde ! yan kesiciler bolmuş ve bol oldukları gibide çok ustaymışlar.. Biz Napoliye ayak bastığımızda şehre gitmeden önce ilk olarak sevgili rehberimiz Faik Bey'in bize verdiği tüyolar sayesinde " yan kesilmeden " Napoli ve İtalya gezimizi tamamladık ! :
* Paralardan çok pasaport önemli, eğer tur ile geziyorsanız pasaportunuzu otelde bırakabilirsiniz yada pasaport / para çantası olarak satılan ince ,hafif boyna asılan çantalardan edinin ve giysilerinizin içinde kalacak şekilde boynunuza takın ! ( biz yolculuğa çıkmadan önce internetten almıştık, sonra daha ucuz ve kullanışlısını Watsons mağazasında gördük birde oradan aldık )
* Günlük harcayacağınızı öngördüğünüz paraları sağlam ceplerinize alın onun dışındaki paralarınızı pasaportunuz ile birlikte içinizdeki çantada yada iç çamaşırlarınızda saklayın.
* Eşiniz ve çocuklarınız ile çıktıysanız mutlaka paraları paylaşın ! paralar tek bir kişinin üzerinde olmasın riski dağıtın !
Bu tip tedbirler sanırım bir tek İtalya için değil, kalabalık, turistik olan bütün ülkelerde İspanya vs. için de geçerli..
Napolilik bir terim olmuş, çalışmadan yada az çalışarak para kazanan ve bu konuda kafa yoran insanlar... şehirde dolaşırken bu izleri görüyorsunuz ; trafikteki arabalar çarpık, koli bantı ile tutturulmuş aynaları ile dolaşıyorlar ve çoğu jantsız. Arabalar jantsız ama yol kenarında yerlere yığılmış jant kapağı satıyorlar. Gece arabanızdan çalınan jantları sabah para verip yol kenarından alıyorsunuz yani :) ufak kazalarda kişiler expertizler ile anlaşıyormuş, sigortadan paralarını alıyorlar ama arabalarını yaptırmıyorlar !!
Mafyanın çok güçlü olduğu şehirde, halk 3 yıl çöpler ile yaşamış, çünkü mafya ihalenin başkasına verilmesini istememiş. Güney İtalya'da daha çok da Sicilya'da olan Mafya , kelime anlamı olarak topraksız köylü demek. İlk başlarda topraksız köylülerin ağalara başkaldırması amacı ile örgütlenmesi imiş. Daha sonraları Sicilya'da suç örgütü olarak ortaya çıkıyorlar ve güçlenerek günümüze kadar geliyorlar .
Devletin mücadelesi çok zor , mafya ile mücadele eden  iki savcı olmuş İtalya tarihinde , birisi yıllarca ailesinden ayrı yaşadığı, saklandığı halde 6 adet zırhlı araç ile bir viyadükten geçerken yolun havaya uçurulması sonucu ölüyor!
Sicilya'da hiçbir sigorta şirketi , sigortacı yokmuş !Haraç vermek zorunlu ya haraç veriyorsun yada en son kapının önüne gazeteye sarılı kokmuş balık bırakılıyor ! bu vasiyetini yaz demek :))
Çocuk daha doğduğunda Mafya Babası seçiliyor ve nüfusa kaydedilmiyor, okula gönderilmiyor, ehliyeti yok, fotografı yok, malikaneden dışarı çıkmıyor ...
İşte Napoliyi dolaşırken mafya ile ilgili bilgi ve kültürümüzüde artırdık :))
En ucuz buzlu limonatayı ve büfeden alınan en ucuz suyu Napolide içtik :
Limonata plastik bardakta ve ayakta : 1,5 €
Küçük su natural ( gazsız ) : 0,80 €
Külahta dondurma : 2,5 €
( kavunlusu benim favorim ama seçerken zorlanılanacak kadar çok çeşit var dondurmada )
CASA INFANTE  *ortigiani del gelato !
Napolide oraya özgü yiyebileceğiniz Stogliatella , içi beyaz kremalı kruvasan tarzı bir tatlı. ( bizdeki torpilin daha yumuşak daha küçük versiyonuna benzettim ben ) birde  " baba " tatlısı revaniye benzeyen içi romlu oldukça tatlı* bir tatlı :)

POMPEI
Pompeii

Napoli den dönüşte , dünyanın en iyi korunmuş antik kenti Pompei ye doğru gidiyoruz.
( Bu arada Napolide 10 yıldır bitmemiş metro inşaatının yanından geçiyoruz. Burda rehberimiz hemen anlatmaya başlıyor, İtalya'da tarihi yerlerde inşaat 1000 yıl önce bitirilmiş... Ve şehirde yapılan inşaatlarda mutlaka arkeolog bulundurma zorunluluğu var. Napoli metrosununda 10 yıldır bitmemesinin sebebi, inşaat kazıları sırasında tarihi eserlerin çıkması, böyle olunca metro kazısı bitiriliyor ve arkeolojik kazılar başlıyor. Arkeologların çalışmaları bittiğinde metro inşaatı devam edecekmiş.! )
Napoli deki Vezüv yanardağı, M.S. 79 yılında patlıyor ve 1375 metre olan yüksekliği 1100 metreye düşüyor ve kentte zaman duruyor. Bütün şehir ve canlılar lavların altında kalıyor. Lavların altında kalan canlıların bıraktığı boşluğabeton enjekte ediyorlar yani bir nevi kalıpları çıkıyor. Ve sanki göründüğünde taşlaşmış vücutlar gibi duruyor ama öyler değil tabiki..
Antik kentin en çok ilgi çeken bölümlerinden biri de ; o dönemdeki genelevlerin bulunduğu bölümler. Liman kenti olan pompeiiye denizciler genelevlere gelirmiş ve yollarını bulabilmeleri için sokak duvarlarına yapılmış penis şeklinde kabartmalar var. Çok küçük odalar ve dar taş yataklar, birde duvarlarda günümüze kadar kalmış farklı pozisyonların resmedildiği duvar resimleri mevcut. Roma İmaratorluğu döneminde en zengin kentlerden birisiymiş Pompeii. Aristokratlar eğlenceye çok düşkün yaşarlarmış. Ve bu sebepten bazı dar görüşlüler, bu doğal felaketin, tanrı tarafından bu bölgede olduğunu savunuyormuş...
Antik kentin inişinde otobüslerin beklediği büyük alanda hediyelik eşya satan dükkanlar ve kafeler var. Bu kafelerin önünde limonla dolu sepetler gözünüze hemen çarpıyor. Neredeyse kavun büyüklüğündeki limonlar, İtalya nın meşhur ve her yerde satılan likörü limoncello nun yapıldığı limonlar !! Türkiye'ye gelirken getirmek için çoğu kişi Napoli'den yada İtalya'daki diğer şehirlerden limoncello aldılar ama bir öneri; free shoplarda daha ucuz 10 € . Ayrıca tatiliniz boyunca bavulda yük etmenize gerek yok.

10 Eylül 2011 Cumartesi

MILANO-COMO-GARDA 2011

MİLANO - BİSİKLET ve LEYLA GENCER !!
Milano Şehir merkezine yaklaştıkça Milano Belediyesinin sarı bisikletleri ile karşılaşmaya başladık. Sorup soruşturunca öğrendik ki ;

Belediyenin şehirdeki araç trafiğini azaltmak için uyguladığı güzel bir sistem var. Şehrin çoğu yerinde kilitli bisikletler var. Belli bir depozito ödeyip bisikleti kilitli olan yerden alıyorsunuz, kullanıyorsunuz işiniz bittiğinde yine belediyeye ait olan bisiklet otoparkına bırakıyor ve depozitonuzu geri alıyorsunuz. Güzel olan yanı kullandığınız bisikleti illa aldığınız noktaya bırakmak zorunda değilsiniz.
Çok güzel bir sistemmiş bunu İzmir' de de belediyeye örnek göstererek önermeli diye konuştuk.. ve geçen akşam Bostanlı sahile indiğimde Yasemin Cafe nin yanında turuncu seleli 10-15 bisiklet gördüm., baktım Büyükşehir Belediyesinin afişi " bisiklet + kask bizden gezmesi sizden " yazıyor :))
Türkiye nin İstanbul u gibi bir şehir Milano. Zaten ekonominin kalbi olan otomotiv ve sanayinin yoğun olduğu , kuzey İtalya nın zengin şehri, büyük bulvarları, mağazaları şehir merkezindeki büyük otelleri ile tam bir metropol. Floransa , Roma gibi tarih ve sanat sokaklarda hayatın içine kaynamamış; her ne kadar 800 -1000 yıllık opera/ tiyatro binası La Scala yada ihtişamı ile dünyanın 3. en büyük katedrali olan Duamo bu şehirde olsada buranın daha çok modern bir şehir havası var. ( aynı havayı Genevo 'da, Ferrari meydanından 20 Eylül caddesine yürürkende hissetmiştim. Bu iki şehri İstanbul 'a benzettim daha çok )
Duamo di Milano, Gotik tarz ile beyaz mermerden inşa edilmiş ve tepesi heykeller ile dolu. Bu heykeller uzaktan biblo gibi görünüyor ama herbiri dev boyutunda ....

Duamo Di Milano
Karşısında büyük, cam tavanlı , Milano moda günleri ile ilgili haberlerde hep gördüğümüz, dünyanın ilk alışveriş merkezi Galeria Vittorio Emanuelle. Bu alışveriş merkezinin dört çıkışı var, Scala meydanı ve Duamo meydanının arasında büyük bir haç gibi. Dünyanın ünlü, pahalı markalarının gösterişli mağazalarını burada bir arada görebilirsiniz.Prada, Gucci, LV ve benzerleri....

LA SCALA :
Dünyanın en önemli en tanınan opera - tiyatro binası La Scala 1778 ! yılında açılmış !! , Duamo meydanının hemen arkasındaki la scala meydanının karşısında ( Piazza della Scala ) dünyanın bu önemli opera binasında sahne almak için bir çok opera sanatçısı , yıllarca çalışıyor , hayal kuruyor, sıra bekliyor...
ve bir Türk soprano : Leyla Gencer burada sahneye çıkıyor ve sahneye çıktığında Ankara Devlet Operası Sanatçısı ünvanı ile çıkıyor!... Ankara Devlet Operasında görevine son verildikten sonrada Milano da yaşamını sürdürüyor ve La Scala da sanat yönetmenliği yapıyor... 2008 yılında Milano da vefat ediyor, Milano da La Scala da büyük bir tören ile uğurlanıyor, krematoryumda yakılarak, vasiyeti üzerine külleri İstanbul a getirilip boğaza dökülüyor ... ama Türkiye de Kültür Bakanlığı 'ndan hiçbir devlet büyüğü bu törene katılmıyor !!!
* Yaşar Kemal in TENEKE adlı eseri 2007 yılında La Scala da sergilenmiş. Ve ölümünden 1 yıl önce Leyla Gencer de Yaşar Kemal ile şeref locasından bu operayı izleyenler arasındaymış.

MİLANO 'DA ;
1 - hem gündüz hem gece Duamo meydanını gören cafelerden birinde mutlaka oturun.
2 - Risottoyu birde Milano da deneyin !

COMO :
Alplerin dibinde, İsviçre sınırında ipekçilik meşhur, bu bölgede sanayi yok ! yalnızca göl turizmi yapılmakta.
Gölün etrafında ağaçların içinde tek tük binalardan oluşan Como Gölünü tekne kiralayıp tekne ile gezdik. yaklaşık 45 dakikalık tur için kişi başı : 10 € ödedik ( toplamda 40 kişiydik )
Göl manzarasını ve çevresini gezmenin bir diğer yoluda füniküler teleferik benzeri bir araç ancak manzarayı görebilmeniz için çıkarken en arkada, aşağı inerkende en önde olmalısınız ki, manzarayı rahat seyredebilin ! Biz tekne ile dolaşmayı tercih ettik.
Kasaba çok sakin çok temiz. Gölün çevresi ağaçlar ile kaplı ve özenli yapılmış, aralıklı evler bu güzel manzarayı bozmuyor.  Ve yeni bina inşaatı hiç yok yani anladımki İtalyanlar betondan tek tip yazlık site yapmayı akıl edememişler :)))

Bu arada dönüş yolunda küçük meydanlardan birinde 1800 lü yıllarda ilk pili bulan Alessandra Volta un heykelini gördüm. Kendisinin İtalyan olduğunu bilmiyordum. Como luymuş !

GARDA - SIRMIONE :
Sirmione kasabası Garda Gölünün üzerine doğru uzanmış, çok şirin bir kasaba, tam bir sayfiye yeri. İtalya denizler ile çevrili olmasına rağmen göl tatilinide çok tercih ediyor görünüyorlar ! Gerçi Garda da kıyıdan bakıldığında karşı kıyılar görünmüyor , sanki açık deniz izlenimi veriyor o kadar büyük.
Her yer kamp alanları, oteller ile dolu. Sirmione, kalesi eski taş binaları olan dar sokakları dondurmacılar ile dolu. Gitmek için nemin çok yüksek olduğu ağustos ayını seçerseniz ( bizim gibi ) ve mayonuz yanınızda değilse, taş bir kafenin gölgesinde oturup; buzlu limonata içmek yada dondurma yemek en iyisi.

Diğer şehirlerinde gördüğüm gibi burada da küçük dükkanlarda ; plastik bardak içinde dilimlenmiş meyve satılıyor. Bardağı 3 € ve bir plastik bardağa max. dört üçgen dilim karpuz sığıyor. Bu meyve bardağını iki dilim karpuz, bir dilim kavun ,bir dilim kivi ve iki tane üzüm şeklinde de hazırlayıp satıyorlar. Venedik dışında hiçbir yerde 3 € dan ucuza görmedim, orada da 2 € !!!

VERONA :

@Verona
Shakespeare 'in Romeo ve Juliet 'ine konu olan Juliet 'in evininde bulunduğu, meydanında antik Roma zamanında yapılmış  Arena sı olan küçük bir şehir. Arena daki bu amfi tiyatroda tiyatro ve opera festivalleri düzenleniyormuş. Arena nın önünde büyük bir park ve meydan var. Meydana bakan güzel restaurantlar sıralı. Bunların içinde self servis kendi menünüzü oluşturabileceğiniz restaurantlarda var. Kişi başı 10 € ya birası ve tatlısı ile tam bir menü oluşturabilirsiniz.
*Milano 'da ve birkaç şehirlerarası yolculuk sırasında bazı dinlenme tesislerinde AutoGrill adında self servis hizmet veren restaurant zinciri var. Bir iki seferinde şehirlerarsı giderken buradan yemek yedik ve çok memnun kaldık, denk gelirseniz deneyebilirsiniz. Çeşidi çok ve klasik italyan yemeğine dair her çeşit var.Ve ekonomik. İtalya da masaya oturup siparişinizi verdiğiniz anda, seçtiğiniz yemekler harici ve % 10 tip harici kişi başı 1,5 € servis açma / masa işgal ücreti hesabınıza ekleniyor unutmayın !! ( AutoGrill lerde böyle bir uygulama yok. )

30 Ağustos 2011 Salı

FLORANSA - TOSCANA 2011

8 günlük İtalya gezimizde en çok beğendim ve tekrar gidip doya doya gezmek istediğim yer Toscana bölgesi oldu. Siena , SanGimignano doğanın içinde dokusu bozulmamış çok güzel ortaçağ kasabaları. Floransa ise, sokaklarına ayak bastığınızda kendinizi açık hava müzesinde hissetmenizi sağlıyor. İhtişamlı binaları, canlanacakmış gibi duran heykelleri ile sanat ve tarihi doya doya yaşıyorsunuz.
Ağustos ortasında gitmiş olmamıza rağmen taş binaların gölgesinde nefes alabiliyor , serinliyorsunuz. ( kesinlikle Venedik'te olduğu gibi nem sizi boğmuyor. )

FLORANSA ( FIRENZE ) :
İlk olarak Palazzo Medici Riccardi önünden Cavour caddesi üzerindeki information noktasından ücretsiz floransa haritalarımızı alıyoruz. Önce Floransa'nın en önemli katedrali Santa Maria del Fiore " Çiçeklerin aziz meryemi " katedraline gidiyoruz, bulunduğu yer Duomo meydanı -Piazza del Duomo -. ( İtalyada katedrallerin çoğundan duomo olarak bahsediliyor)
Floransanın simgesi zambak çiçeği , hemen hemen bütün yapılarda zambak figürünü görüyorsunuz.
Ve hemen ön tarafında San Giovanni meydanında Vaftizhane var kapıları meşhur. Dört kapısından , " cennetin kapıları " olarak adlandırılan en meşhuru. Kapısının önünde rölyeflerin detaylarını dinliyoruz. Kapı üzerindeki rölyeflerde ilk suç - ilk günah - ilk ceza anlatılarak resmedilmiş. Bu arada kapının orjinali müzenin içinde saklanıyor. ( Hıristiyanlıkta bebeklerin günahkar olarak doğduğuna inanıldığından, bebek doğar doğmaz papazlar tarafından vaftiz ediliyor. Bebeklerin günahkar doğduğuna inanılması ise ,ilk günaha inanıştan geliyor ...) İsa , Meryem ve Hıristiyan dini ile ilgili yeterince !! ayrıntı dinledikten sonra; artık sokaklar, köprü ve benim saatlerce kalsam sıkılmayacağım Uffizi avlusu keşfetmemiz için bizi bekliyordu.
Signoria Meydanı açık hava heykel müzesi gibi. Ve Michelangelo'nun Davud heykeli ! Heykel 1500' lü yıllarda yapılmış ve 1800 lü yıllaar kadar bu meydanda kalmış. Daha sonra zarar görmemesi için Akademi Müzesine kaldırılmış.Ve şu an meydandaki 1910 yılında yapılmış kopyası. Zaten dünya üzerinde birçok ülkede yapılmış kopyaları mevcutmuş. Hatta heykelin bir kopyası Kudüs'e armağan olarak gönderilmiş ama çıplak figürün pornografik içerikli olduğuna karar verilmiş ve uzun tartışmalar sonucu armağan edilen heykel geri yollanmış. Yerine Davud'un değil de başka bir heykelin giyinik halli bir kopyası gönderilmiş.!!!
 Davud heykelinin meydandaki kopyası 1910 yılında yapılmış.
Meydan ve Uffizi müzesinin avlusu birçok ressam ile dolu. 15-20 euro dan başlayan fiyatlar ile yaptıkları Floransa resimlerinden alabilirsiniz. Avluda sandalyelerine oturmuş resimlerini yapıyorlar aralarında güzel sanatlar diplomalarını sandalyelerinin arkalarına asanları bile gördüm. Bir de pandomim sanatçıları var. Kostümleri ile sadece bahşiş karşılığı fotoğraf çektirmiyorlar, küçük gösterileri ile çevredekilere keyif aldırıyorlar. Bu sanatçıların sağdan soldan çaktırmadan fotoğraflarının çekilip kaçılmasına karşıyım açıkçası. Birkaç euro bahşiş verilmeli bence eğer yoldan geçerken dönüp bakıyor hatta durup gülümsüyorsanız bunu hak ediyorlar diye düşünüyorum. Zaten İtalyanlar bunu fazlası ile yapıyorlar , turistlere kalmadan sanatçılarını kendileri alkışlıyor, kendileri bilet alıp müzeye gidiyorlar. Orada yaşayan bir arkadaşımız ile sanata olan düşkünlükleri hakkında konuştuğumuzda söylemişti ; "  Burada müzeler ücretsiz olsa yurt dışından gelen turistlere sıra gelmez. Şu anda bile birçok müzenin girişi için önceden internetten bilet satılmasının sebebi budur " demişti. Ne kadar güzel !! Onlar adına !


Taş binalar ile çevrili olan bu avlu, gölge bir basamak bulduğunuzda serin serin dinlenmek için birebir. Biz de aynen böyle yapıyoruz, çevredeki heykelleri seyrediyor, gelen geçeni izliyoruz ve marketten 0,40 euro ya aldığımız gazsız sularımızı içiyoruz. ( büfe ve meydanlardaki marketlerde küçük su 1-1,5 eurodan aşağı bulamazsınız mutlaka biraz turistik merkezlerden uzaklaşıp ara sokaklara dalınız ! Bu İtalya'daki bütün şehirler için geçerli ama Floransa'daki Signoria meydanında boş su şişelerinizi ÜCRETSİZ doldurabileceğiniz büyük bir sebil ! var )


Çok fazla dinlenerek vakit harcamadan, daha gezilecek çok yer var diyerek İlahi Komedya 'nın yazarı Dante 'nin evinin olduğu sokağa doğru yürümeye başlıyoruz. Meydana paralel aşağıya doğru yürürken bir yemek molası verdik :
Lampredtto ( bol sarımsak soslu işkembe ! )  = plastik küçük çukur tabakta 6 € / ekmek arası 3,5 €
Ribollito ( bol sarımsak soslu haşlanmış dana ! ) = fiyat işkembe ile aynı , bardakta kırmızı şarap 1,5 €
Bize çok ballandırılarak anlatıldığı için denemek adına yedik ama açıkçası spagetti tercih ederdim, kokusu bana biraz ağır geldi. Burada take away / ayakta yiyebiliyorsunuz masası yok !
Eskiden Türkiye'de tek tekçi meyhaneleri olurmuş, yüksekçe bir tezgaha dayanılıp ayaküstü hemen bir iki tek rakı içilebilen yerler... Ben hiç görmemiştim ama yaşça büyüklerimden duymuştum. Onun gibi bir tek tekçi barı gördük sokaklardan birinde. Ayaküstü şarap içip yola devam etmelik bardak şarap 1 €  mekanın adını not etmemişim birşey kardeşlerdi ama .....

Museo Casa di Dante @Firenze giriş 4 €

Yukarı Arno nehrine doğru çıkmadan, Floransa pazarını dolaştık. Çok fazla deri çanta ve deri sandalet satılıyor, eskiden köprünün üzeri tabakhaneler ile doluymuş sonra şehrin dışına taşınmış, şu an mücevher dükkanları ile dolu. Dolayısı ile deri işçiliği de çok varmış. Pazar kapalı çarşılarımız gibi incik boncuk ve dericiler ile dolu. Biz tshirt 5 € , magnet 1,5 € ve benim koleksiyonum için kaşık 3€ aldık. Bunlar meydana yakın dükkanlarda 3 - 4 katı pahalıya satılıyor..
Uffizinin önünden dümdüz çıkınca Arno nehrini ( Fiume Arno )  görüyorsunuz.
Arno nehri üzerindeki eski köprünün ( Ponte Vecchio ) uzaktan görünüşü..

Ponte Vecchio

Nehir üzerindeki en meşhur köprü Vecchio ( Ponte Vecchio ) üzeri sağlı sollu küçük mücevher dükkanları ile dolu. Köprü bittiğinde Medici ailesinin yazlık sarayına yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Müze olarak gezilen sarayın arkası çok büyük ve çok güzel bir park. Pazardan buraya kadar yürüdükten sonra dinlenmek için yine güzel bir yer bulmuştuk .
Sanat ve tarihi seviyorsanız rönesansın anavatanı Floransa'da , mimariye , heykele hayran olmamak mümkün değil. Bir zamanlar İtalya'ya başkentlik yapmış olan şehir şu anda Toskana Bölgesinin başkenti. Floransa'nın rönesans dönemine damga vurmasının ve hala günümüzde güzel sanatlarda Avrupa'nın en ünlü kenti olmasında, sanata ve kültüre düşkün Medici ailesinin etkisi çokmuş. Zaten şehri gezince bunu anlıyorsunuz. Michelangelo birçok ünlü eserini bu ailenin yaşadığı dönemde onların desteği ile yapmış zaten. Medici ailesinin yanında yaşamış ...anlatmak ile bitmeyecek bir tarih ve sanat birikimi var bu kentte gördüklerimi , öğrendiklerimi anlatsam bitmez ...
Floransa yakınlarında çamların içindeki otelimize döndük duş ve arkasından ayakları uzatıp 1 saatlik dinlenmenin ardından Lucca ya akşam yemeği için güzel bir çiftlik evine ( Fattoria il Poggio ) gittik.
Sınırsız şarap, ve italyan yemekleri kişi başı : 35 €

@Lucca, Montecarlo
Yemeğin sonunda cantucci kurabiyeleri ve tatlı şarap ikramıda yapıldı. Bu cantucci özellikle Toscana bölgesinde meşhur bir tatlı, birçok yerde hediyelik ambalajlarda satılıyor alıp eve de getirebilirsiniz. Ben çok sevmedim bademli kavala kurabiyelerini tercih ederim yada Balıklıova'dan aldığımız karafırın un kurabiyelerini :) Italya'da bence tatlı = tiramusu ve gelato :))

mavi tabağın içindekiler tatlı şaraba batırılarak yenen cantucci kurabiyeleri, karton kutu içinde şarap ile ikili set 8 - 10 €

Toskana bölgesindeki son günümüzü Pisa, Siena ve San Gimignano kasabalarını gezerek geçirdik. Siena ve San Gimignano 800-1000 yıldır yeni hiçbir inşaat yapılmamış, olduğu gibi saklanmış çok güzel orta çağ kasabaları.

SIENA :
Kahverengi , kızıl tuğla evler, taş sokaklar, küçük cafeler ve tabi ki ortaçağdan kalma ( palio ;geleneksel at yarışları ) at yarışlarının yapıldığı büyük meydan bu ili güzel yapan özellikler. Sokaklarda atların vaftiz edildiği çeşmelerden göreceksiniz. Yarışlar dünyada yapılanın tersi yönde oluyormuş yani atlar saat yönünde koşarak yarışıyor.. Burada yapılan at yarışları hala heryıl 2 temmuz ve 16 Ağustos tarihlerinde yapılıyor, geziniz bu tarihlere denk gelirse önceden biletlerinizi alıp izleyebilirsiniz. Bu küçük şehirin içinde İtalya'nın önemli üniversitelerinden Siena Üniversitesi'nin de, taş avlusunda dolaşabilir, sınıfların camlarından çıkan müzik seslerini dinlerken, burada öğrencilik nasıl olur diye belki benim gibi düşünebilirsiniz.
ortaçağdan kalma at yarışlarının yapıldığı meydan, yarış zamanları korkulukların ortası ve en dıştaki cafe ve ristoranteler tıklım tıklım dolu oluyormuş.Atlar meydanın çevresindeki meyilli yolda yarışıyormuş.

Siena sokaklarındaki ortaçağdan kalan binalar...



Siena 'nın daracık taş sokakları cıvıl cıvıl. Küçük sevimli kafeler, ve çok güzel marketler var; kendinize seçtiğiniz malzemeler ile sandiviçlerde yaptırabiliyorsunuz bu küçük marketlerde. Birçok şehirde olduğu gibi burada da dilim pizza alabileceğiniz bol çeşitli pizzacılar var. Palio nun etrafındaki restaurantlarda oturup mürekkep balıklı risotto = 15 € yiyebilirsiniz.

SAN GIMIGNANO :
Ortaçağdan ( 14.-15. yy ) kalmış ve görünümü hiç bozulmamış, UNESCO Dünya Mirasları listesinde bulunan bu kasaba Siena ilinin kuzeyinde, üzüm bağları ve zeytin ağaçları ile çevrili yollardan geçerek gidilen çok güzel bir kasaba.


@SanGimignano
 Kırmızı kiremit taş evler, surlar ve kuleleri ile kasaba dekor gibi dursada öyle değil ! yaşayan bir kasaba. Evlerin balkonlarında , çatılarında çanak anten vb. aksesuarlar yok ama evlerin içinde modern hayatlarını sürdürüyor insanlar.

Biz kasabayı 2-3 saat gezdik ama çok güzel pansiyon , butik oteller var. Bu bölgeye gelindiğinde 1-2 gün kalınıp doğanın tadı çıkartılabilir.. Gecelik kahvaltı dahil oda fiyatları kasaba nın içinde olma yada uzaklığa göre 80€ -130€ arasında. ( http://www.booking.com/  )

PİSA :
Toskana bölgesinde, kuzeyde yer alan Pisa şehri, mucizeler meydanı ile meşhur. Şehirde bizimde gördüğümüz tek yer bu meydandı. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz o eğik kule :) İtalya ya gidip görmemek olmaz tabi. Hemen klasik kule fotografımızı bizde çektirdik.


@Pisa Kulesi - mucizeler meydanı

Büyük çim meydanda şehrin kilisesinin çan kulesi olarak yaptırılmış kule, birde vaftizhane var. Meydanın etrafı hediyelik eşya satan dükkanlar ile dolu.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Bozcaada 2010

Bozcaada çok uzun zamandır merak ettiğim gitmek istediğim adalardan biriydi. Aslında arabayla İzmir den çıkıp gitmekti niyetimiz ama bayram yoğunluğu biraz gözümüzü korkuttu, ilk sefer gidiş için tur daha rahat olur diye düşünmüştük ki; doğru düşünmüşüz : bayramdan dolayı çok kalabalıktı ve rezervasyon yaptırdığı halde feribota binmek için saatlerce Geyikli İskelesinde bekleyenler vardı. Onları görünce ,tur seçimi doğru karar dedik. Şansımıza da herhangibir aksilik yaşamadık. Rehberimizde Çanakkaleli işini seven biriydi, keyifli bir tatil geçirdik.
Geyikli İskelesinden feribota bindik, muazzam bir kalabalık vardı, mülteci gemisi gibiydi :)
Gemiden indikten sonra ilk önce limandaki eski kale yi gezdik. Yorulmamıza rağmen rüzgardan güç alıp başladık dar sokaklardan adanın tepesine doğru yürümeye.
Her sokak başında , her evin köşesinde durup bakınca deniz ve ada manzarası, sokaklardan geçerek gelen rüzgarla birlikte deniz kokusu hep yanınızda... eski evler, kapı önündeki rengarenk çiçekler, tahta sandalyeler, kaldırımlarda , basamaklarda oturan sohbet eden insanlar aslında İzmir den giden biri için çok yabancı değil. Tipik bir ege kasabası.
Adada kilise ve eski kaleyi mutlaka gezin. Ada, rum ve türk mahallesi diye ikiye ayrılıyor. Rum mahallesinde sokaklar evler daha güzel. Çok fazla ev pasiyon var , bunlardan Kale pansiyon güzel. Rengigül konukevi; pansiyon aynı zamanda sanat galerisi orada kalınmasa bile girilip gezilebilir çok güzel.
Bozcaada sokaklarında dolaşırken kapı önü çiçeklerinden bir kare :)
 Adada şarapçılık meşhur olduğu için çok fazla tadım evi ve satış mağazası var. Bunlardan Reşit Soley Corvus şarapları en meşhuru. Talay, Çamlıbağ ve Ataol aile şarapçılarının da tadım dükkanları var.
Corvus şaraplarının mağazası
 Biz Eylül ayında gitmemize rağmen tarihini denk getiremedik, ama eylül ayında gidilecekse bağbozumu yada haziran ayında tadım festivali yapıldığı tarihlerde gitmek daha keyifli olabilir ( tadım festivali daha eğlenceli oluyormuş )
Ayrıca temmuz ayında da Ayazma Panayırı düzenleniyormuş. Panayırın yapıldığı Göztepe ayrıca adanın en yüksek tepesi manzası çok güzel, panayır Rum Ortodoks cemaati tarafından düzenleniyormuş ve dünyanın çeşitli yerlerinden rumlar katılıyormuş.

KISA KISA ...

* Çiçek Fırının un kurabiyesi, dereotlu mısır ekmeği güzel. Un kurabiyesini mutlaka deneyin
* Gülerada ve Salto reçelleri meşhur. Biz Salto dan adada meşhur olan domates reçelinden aldık. Cumhuriyet meydanının hemen arkasında küçük bir dükkan , adanın yerlisi rum asıllı Simyon Salto ve eşi duruyorlar dükkanda.
*Türk mahallesinde " Cafe at Lisa 's " önünden geçerken renkli dekoru ile dikkat çekiyor. Sahibi Lisa Avusturalyadan gelip 90 lı yıllarda yerleşmiş adaya ve adanın ilk ve tek gazetesi olan Adapostasını çıkartıyor. Biz sadece kahve içtik ama yemek ve tatlı menüsüde meşhurmuş.
*Ada balıkçılarla dolu,Simyon, Koreli ve Tenedos en meşhurları ve en pahalıları :) Tenedos un meşhurluğu aşçısının meşhurluğundan geliyor sanırım. İstanbul daki Lebnon un aşçısı imiş.( İstanbul da Lebnon a da gitmişliğimiz yok ama Issız Adam filmini izledik :) film ile ünlenen restaurant ! )
* Yüzmek için ayazma plajı en çok bilinen paljı ve sürekli minübüs mevcut. Ulaşımı kolay olduğu için çok kalabalık. Plaj ince kum ve etrafında yanyana öğle yemeklerinizi yiyebileceğiniz küçük restaurantlar var.
Biraz daha kendi halinde olan Akvaryum koyu var mermer burnunda. Burda sosyal tesis yok ( bence daha güzel ) ulaşım için kendi arabanız ile gidiyorsunuz. Dalıp gözlükle bakmayı sevenler için adanın çoğu koyu gibi burasıda uygun. Denizin temiz ama soğuk olduğunu söylemeye gerek varmı bilmem.

**
Yerel Lezzetler Festivali- Haziranın ilk haftasonu
Şarap Tadım Günleri – Haziranın son haftasonu
Yelken Yarışları –Temmuzun 2. haftasonu
Ayazma Panayırı – 26 Temmuz
Ozanın Günü – Ağustosun ilk haftasonu
Yunatçılar Yıldönümü Kutlaması- Ağustos ortası
Bağbozumu Festivali – Eylülün ilk haftasonu

Bozcaada güzel, ama galiba ben daha gitmeden kafamda çok kurmuşum . O yüzden gittiğimde çok bir süpriz ile karşılaşmadım. Belkide popüler ve kalabalık olması, çoğu esnafın yerli yabancı turiste doymuş olması, sihrini bozmuş biraz.  Unutulduğu bir anını yakalayıp gitmek lazım belkide ...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Kaz Dağları 2010

Üniversite dönemimizde bir yaz İzmir'den araba ile Ayvalık'a gitmiştik. Bir geceyi orada geçirmiş, Cunda Adasında yüzmüş, akşamında da balık yemiş ve ertesi gün Bursa'ya gitmiştik. (Defalarca gittiğimiz Ayvalık ve Cunda adasını pansiyon ve tarih detayları ile ayrıca yazacağım.) Bursa'ya giderken araba ile hiç geçmediğimiz yollardan geçtik.Yolumuz biraz uzamıştı ama yemyeşil çamlık Edremit Körfezi'nin güzel yolunu keşfetmiştik. Herşey  " küçükken Burhaniye-Ören'e birkaç sefer gitmiştik, güzel bir yerdi ordan geçsek!" demem ve sevgili Barış'ın beni kırmaması ile başlamıştı. Biraz ! km olarak yolumuz uzamış ve Bursa'ya varışımız geceyi bulmuştu.
O zaman sadece yolundan geçtiğimiz Edremit'e tekrar gitme kararı vermiştik. İşte şimdi o kararımızın sonucu yaptığımız Kaz Dağları* gezimizden aklımda kalanlar :
*Binlerce yıl öncesinde, Yunan Mitolojisinde adı İDA olan Kaz Dağları , Anadolu'da Türklerin ağırlık kazanması ile Kaz Dağları olarak anılmaya başlamış. Çanakkale'den başlayıp Balıkesir'e kadar uzanan dağ sırası çam ve zeytin ormanları ! ile çevrili. Her tepesi, her köyü mitolojik hikayeler ile dolu. Tarihe , mitolojiye meraklıysanız Homeros u okuduysanız; buraları gezerken okuduğunuz herşeyi gözünüzde canlandırabileceksiniz. Çok tanrılı dönemlerde kutsal bir dağ olarak anılırmış. Sarıkız Efsanesi, Hasan Boğuldu Efsanasi, Troya Savaşları, Felsefenin doğduğu yer, Aristo nun açtığı üniversite ...hepsi bu bölgede.

3 gün boyunca konaklamamızı yapacağımız Güre'ye yaklaştıkça doğanın güzelliği bizi büyülemeye başlamıştı bile. Güre'de Manastır Çayı'nın yanında adını çaydan alan iki katlı, taş ve yeşillikler içinde güzel bir butik otel http://www.manastirhan.com/ Manastırhan'da kaldık.
Manastırhan Otel
Bizim bu 3 günlük gezimiz dere tepe gezerek geçtiği için sadece yemek ve yatmak için kullandık oteli ama; sadece ; kuş, börtü böcek ve dere sesi duymak, içinde ayrıca buraya gelinmeli.
İlk olarak Hasan Boğuldu'ya gidiyoruz. Hasan Boğuldu'ya çıkmak için minübüsleri beklerken köyün meydanındaki 1935 yılından beri var olan Çınarlı Kahve'de oturup çayımızı içiyoruz, soğuk suyu masaya oturduğunuz gibi sürahide getiyorlar ve bundan para da almıyorlar; buz gibi dağ suyu..
Dar  ve uçurum yoldan minübüsler ile çıkıyoruz, Sutüven ( tüvleyen yani sıçrayan su ) şelalesi ve Hasan Boğuldu göletini minübüslerden inip az bir patika yol yürüyünce görüyoruz. Yemyeşil bir manzara tabi karşımızdaki! Kayaların üzerinden göletin çevresini biraz dolaşıyoruz, bakıyoruz ki uçsuz bucaksız patikalar devam ediyor, biz de kalabalıktan uzaklaşmadan dönüyoruz. Göletin çevresindeki köylülerin pazarını dolaşıyoruz. Bütün tezgahlarda istisnasız zeytin , zeytinyağı mevcut. Göletin çevresi aynı zamanda mesire yeri.

Göletin çevresindeki yörük pazarı

Çamların altında geniş bir çay bahçesi var. Zaten başka tesis yok! Ahşap terasında oturuyoruz, yorgunuz ama şikayetçi değiliz manzaranın tadını çıkarıyoruz.

Bir sonraki hedefimiz Adatepe. Gördükten sonra, benim en beğendiğim köy olacak burası.
Kaz Dağlarını aşıp Küçükkuyu 'dan devam edince Ada Tepe ye ulaşılıyor. Yol boyunca orman olmuş zeytinlikler göreceksiniz. İç kısma döndüğünüzde taş evlerin olduğu Ada Tepe karşınıza çıkıyor. 
Otobusten iner inmez taş sokaklarda en tepeye doğru yürüyoruz. Evlerin avluları arasından Edremit Körfezinin muazzam manzarasını seyrediyoruz. ( araba ile çıkarken yükseklik ve virajlardan dolayı doya doya bakamadığımız manzara, zeytin ağaçlarının arasından çok güzel görünüyor )

Burda eski bir okul olan şimdilerde felsefe ve sanat seminerlerinin yapıldığı Taş Mektep i geziyoruz. Özellikle İstanbul başta olmak üzere büyük şehirden buraya gelip yaşayanlar bu kültürel etkinliklere ev sahipliği yapıyormuş. Köy sit alanı olduğu için günümüze kadar korunmuş taş evlerin çoğu bakımlı.
Köyün meydanına tepeden dolaşarak fotograf çekerek iniyoruz. Ve Dut Dibi kahvesinde oturup soluklanıyoruz. Kahvede, yörede yaşayanlar ile konuşurken bakımlı gördüğümüz evlerin çoğunda buraya yerleşmiş Fransız ve İtalyanların oturduğunu öğreniyoruz. Köyün bu halini seven ve korumak isteyen insanların yaşamayı seçeceği bir yer olduğundan dejenere olan hiçbir şey yok. Herkes kendi halinde doğa ile yaşıyor.
Adatepe den aşağı indiğimizde yolumuz üzerindeki Zeytinyağı müzesini geziyoruz.
Müzede zeytinyağı yapımının her aşaması sergilenmiş, çoğu eski aletler bölge halkının müzeye ellerindekileri hediye etmeleri ile toplanmış. Çıkışta birde mağazaları var çok güzel ambalaşlanmış hediyelik sabunlar , yağlıklar..

Akşam olmasına daha varken gün ışığından faydalanıp bir dağ köyü daha ekliyoruz gezimize. Yeşilyurt köyü. Yine yoldan bakınca evlerin görünmediği, yine çamların arasından geçilerek ulaşılan, ulaşıldığında hayranlık ile gezilen bir köy. Köye girer girmez meydanda camisi ve çınar altında kahvesi var. Etraf taş evler ile çevrili, bir yada iki bakkal , üç yada dört hediyelik eşya tezgahından ibaret sevimli bir köy. Meydanın etrafındaki kafelerden birinin önünde yada meydandaki kahvenin tahta sandelyelerinde oturup, bir şeyler içerken etrafa bakmak köyü tanımak için yetti. Keşif için çok fazla yürüyecek enerjimizde kalmamıştı doğrusu
Yeşilyurt Köy meydanı çevresinde hediyelik eşya satılan dükkanlardan biri. Son zamanın en popüler malzemesi KEÇE ile yapılmış çoğu !
Akşam Kaz Dağları 'nda son gecemiz olacak. Yarın rotamız Geyikli oradanda Bozcaada !!

30 Temmuz 2011 Cumartesi

"her aşk bir öncekiyle kendini terbiye eder"



"bir kere olsun unutmak için
beyhude
bin kelime!"


.......................

"kana karışan aşk zamana intikamla sızar
bilirim, çok geçtim buralardan
benim zaferim ayrıldıktan sonra başlar


aşkta zafer olmadığını anlayana kadar"

.........................


"Yedi rekat günah kıldım bedeninde
Dizlerinde yedi zikir secdeye vardım
İhmalin uzak meleğine teninde aldandım
Yapayalnızdım kendi kalabalığım içinde
Tarih kadar yalnız,
aşka aşina, acıya unutkandım"




Murathan Mungan *Erkekler İçin Divan

29 Temmuz 2011 Cuma

YUNUSLAR ÖLDÜKLERİNDE DE GÜLÜMSÜYORLAR !!!


Coşkun Aral ın digiturk teki kanalı İzTv severek izlediğim bir kanal . Bu kanalda tavsiye edeceğim çok fazla program var  ( bu aralar özellikle yeşil küre - 9 sıcak nokta belgeselleri favorim ) Geçenlerde Savaş Karakaş ın yunuslara özgürlük ve yunus parklarının kaldırılması amacı ile yaptığı programı izledikten sonra, internette sosyal sorumluluk ve hayvan hakları ile ilgili çalışmaları araştırdığımda aşağıdaki yazıyı buldum. Okuduğunuzda Yunus Parkları ile ilgili sizinde bakış açınızın ( bugüne kadar değişmedi ise ) değişeceğine eminim...

" Bu sektör, insanlar rağbet gösterdiği için var. İnsanlar gitmediğinde, bu dolfinaryumlar (yunus parkları) para kazanamayacak ve zaten kaçınılmaz bir şekilde kapanacaklar. Ama önce bilinçlenmek ve bilinçlendirmek gerekiyor. Dolfinaryuma gitmesinler ve çevrelerini bilinçlendirsinler. "

Eski yunus eğitmeni ile yapılan röportaj ve benim etkilenerek izlediğim videoyu sizde aşağıdaki linke tıklayarak izleyebilirsiniz : "Madalyo'nun Öteki Yüzü: Deniz Parkları"
http://www.sad.org.tr/arastirma-gruplari/demag/255-madalyonun-oteki-yuzu-deniz-parklari


Eski yunus eğitmeni Melisa Sevim yunus parklarını anlattı: ARTIK BU İŞTEN PARA KAZANMAYI KALDIRAMAM

27 Temmuz 2011 Çarşamba

İzmir'de Plajlar 2011

Yazın çalışırken İzmir'de yaşamak çok kasvetli. Bütün evlerin panjurları kapalı, araba parketmek için köşe kapmaca oynadığınız heryer, iş çıkışı bir bira içmek için boş masa aranan kordonboyu bomboş. Adeta terkedilmiş bir şehir. Bir de aşırı sıcaklar eklenince cumartesi pazar bir yerlere kaçmaktan ziyade, soğuk sulara , rüzgarlı plajlara gitmek istiyorsunuz. Bir iki yazdır yeni koylar yeni plajlar keşfettik, bunları paylaşmak istedim. Çünkü her cuma bu hafta sonu yeni bir yere gidelim diyoruz ve ben internet başında araştırmaya başlıyorum.. ve bloglar çok işime yarıyor..
* Çeşme - Altınkum Ramo : Çiftlikköyü geçiyorsunuz, Altınkum'da en sondaki iki tesisten biri Ramonun yeri. Altınkum benim Çeşmede en sevdiğim sahil. Sapsarı uzun bir kumsal, soğuk ama temiz bir denizi var. Kum plaj sevenler için Ilıca'nın sığ ve kalabalık plajına güzel bir alternatif bence. Altınkum'da yan yana birçok tesis var, bizim genelde tercihimiz Ramo Beach oluyor. Eğer 3-4 kişi gidecekseniz büyük bir şemsiye için rezervasyon yaptırmanız şart ( rezv. 507 9731080 ) 2 şezlong + 1şemsiye 20 TL otoparkınada 5 TL ödüyorsunuz. Yiyecek ve içecek menüsünde fiyatlar minm.10 TL den başlıyor.
* Çeşme - Altınkum Okan 's Place : Altınkum'da hemen Ramo Beach'in yanındaki mekan Altınkum'un en sonunda. Otoparka ücret ödemiyorsunuz. Giriş kişi başı 15 TL. Eğer haftasonu ve saat 12 den sonra gidecekseniz arayıp burayada rezervasyon yaptırmanızda fayda var aksi taktirde öğleden sonra yer bulmanız çok zor. http://www.okansplace.com/okansplace.html
* Çeşme - Paşalimanı Dodo Beach : Çeşmede yazlık bölgesi olarak en beğendim yerlerden biri Paşalimanı. Çeşme'de nadir ağaçlık yerlerden. Ayrıca denizi sıcak ve çevresi kayalık gözlükle yüzebilirsiniz. Bu bölgede çok fazla tesis yada plaj yok.
Bu sene açılan bizimde 4-5 gün  önce gittiğimiz Dodo Beach önerebileceğim bir mekan  yalnız pazar günleri kalabalık. Giriş kişi başı 20 TL. Pizza, makarna ve salatalar minimum 15 TL , ızgara ,kebaplar, 22 TL'den başlyor. 33 lük efes bira 10 TL, cola 6 TL'den başlıyor. Bir de benden bir öneri, ya hesap açtırmadan siparişlerinizi aldığınız gibi ödeyin yada menüden fiyatları kontrol etmeden ödeme yapmayın çünkü malesef çoğu yerde yapıldığı gibi fiyatları şişiriyorlar. Farkedip düzelttiğiniz zaman " a pardon karıştırmışız diyorlar ". Ben de bu zihniyeti bir türlü anlamıyorum. Sanki fiyatları çok ucuz da ...
* Urla - Demircili DenizYıldızı : Urla ya girdiğinizde İskele yönüne değil, Sanayi tarafına gidiyor ve ordan Demircili Köyüne doğru gidiyorsunuz. Bodrum koyunda , plaj ve restaruant hizmeti veriyorlar. Su buz gibi denilecek kadar soğuk. İzmir çevresinde yüzdüğüm en soğuk su. Altınkum dan daha soğuk! Plajı küçük çakıl taşlı, eski küçük bir iskelesi var denize ordan girebilirsiniz ; denizkestanelerine karşı! Tesiste yemek yenilen bölüm ve toprak zemin üzerinde minder ve büyük şemsiyeleri var. Bu büyük şemsiyeler kalabalık gelenlere rezv. ediliyor. Plaj tarafındaki şezlonglar tahta ama minder veriyorlar. ( şemsiye ve şezlonglar biraz bakımsız ve salaş ) Girişte araç başına 20 TL veriyorsunuz içeride ayrıca şemsiye , şezlong parası alınmıyor. Geçen sene memnun kalmıştık ama bu sene 2 pazar gittik çok kalabalıktı ve kabinler, wc ler kötü durumdaydı! Sanırım hafta içi gitmek daha isabetli olacaktır. Tesis süper değil ama deniz çok güzel!
* Çeşme - Alaçatı Bianco : Alaçatı da Çark Plajında Alaçatı Beach Resort oteli ve Bora Kozanoğlu nun sörf okulunun hemen yanında bulunuyor.

Manzara ve ortam 10 numara. Deniz taşlık ve sahili yok. Küçük beton platform, geniş ahşap bir iskele ve çim alan mevcut güneşlenmek için.
Yemek menüsü AyaYorgi deki mekanların fiyatları ile aynı pahalılıkta  ! Giriş kişi başı 30 TL. Doya doya yüzmek istiyorsanız denizi çok uygun değil, yakında sörf okulu olduğu için terasında yemek yiyip manzarayı seyretmek daha keyifli olacaktır. Zaten duyduğuma göre akşam partileri daha kalabalık oluyormuş. Aklınızda bulunsun.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Mutluluk ile ilgili güzel bir yazı ...



MUTLULUK BIR VARIŞ DEĞIL, BIR YOLCULUKTUR.
Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Evlendikten sonra,
bir çocuğumuz doğduktan hatta ardından bir tane daha olduktan sonra
hayatın daha  iyi olacağına inandırırız kendimizi.
Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar,
onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız.
Bundan sonra, ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız
gerektiği için öfkeleniriz. Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu
olacağımızı, yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük
olacağını söyleriz. Gerçek ise şu andan daha iyi bir zaman olmadığıdır.
Eğer şimdi değil ise ne zaman?...Hayatınız her zaman mücadelelerle dolu olacaktır.
En iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir.
En sevdiğim sözlerden biri Alfred D. Souza' ya aittir. Der ki;
 "Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek
hayatın- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım.
Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle
erişilmesi gereken birşey, bitmemiş bir iş, hizmet
edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat
başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller benim
hayatımdı."
Bu görüş açısı, mutluluğa giden bir yol olmadığını
gösterdi. Mutluluk yoldur, öyleyse sahip olduğunuz her anın kiymetini bilin ve mutluluğu, vaktinizi
harcayacak kadar özel biriyle paylaştığınız için, ona daha fazla değer verin.
Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez.
Öyleyse; Okulu bitirene kadar, 100 milyar kazanana kadar,
Çocuklarınız olana kadar, çocuklarınız evden ayrılana kadar,
Işe başlayana kadar, Evlenene kadar,
Cuma gecesine kadar, pazar sabahına kadar,
Yeni bir araba, ya da ev alana kadar, Borçlari ödeyene kadar,
Ilkbahara kadar, Yaza kadar, Sonbahara kadar , Kışa kadar,
Maaş gününe kadar, Şarkınız söylenene kadar,
Emekli olana kadar,
Ölene kadar.....
MUTLU OLMAK IÇIN IÇINDE BULUNDUĞUNUZ 'AN' DAN DAHA IYI BIR ZAMAN OLDUĞUNA KARAR VERMEK IÇIN BEKLEMEKTEN VAZGEÇIN. MUTLULUK BIR VARIŞ DEĞIL, BIR YOLCULUKTUR. "PEK ÇOKLARI MUTLULUĞU INSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR,
BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA. OYSA MUTLULUK INSANIN BOYU HIZASINDADIR."
Unutmayın "YARIN KIMSEYE VAAD EDiLMEMIŞTIR."

Murathan Mungan

Sığacık Eylül 2010

Çalışmadığımız bir cumartesi fotoğraf makinamızı çantamıza koyduk. Evden çıkmadan nereye gideceğimize karar verdik. Uzun süredir gitmediğimiz Sığacık ve hiç gitmediğimiz Balıklıova seçeneklerimiz arasındaydı bu haftaki tercihimizi Sığacık tan kullandık. Yavaş şehir ( cittaslow ) seçildikten sonra gitmemiştik ( en son 2004 te sığacık yolu üzerinde mandalina bahçeleri içinde bir evin bahçesinde gözleme yemiş, çay içmiştik )
Sığacık Limanının hemen karşısındaki ,önünde güzel dondurma çeşitleri olan çay bay bahçesine oturduk, kahvaltı olarak bir patlıcalı bir otlu gözleme ( 3,5 TL ) ve çay (0,75 TL )söyledik. Gözlemeler çok güzel tavsiye edilir ! Oturduğumuz çay bahçesinin üzeri pansiyondu Burrg Pansiyon. İki kişilik klimalı bir oda tuttuk ( 50 TL ) çantalarımızı bıraktık ve denize girmek için çıktık.

Eylül ayı olduğundan cumartesi olmasına rağmen sahiller çok tenhaydı, deniz çok keyifliydi. Akşam güneş batana kadar deniz kenarında kitabımızı okuduk, doya doya yüzdük. Akşam şehre dönmeyeceğimiz düşünceside keyfimizi daha da arttırdı. Telaşsız telaşsız sığacık limanına döndük, pansiyonda üzerimizi değiştik.
Kaldığımız yerden liman, sığacık kalesi, balıkçılar heryer 5 dakika yürüme mesafesinde oldu için yürüyerek bütün köyü gezebiliyorsunuz.

Az önce batan güneşin kızıl ışıklarında, üşütmeye meğilli esen rüzgarın ferahlığı ile kaleyi gezdik. Kalenin içinden çıkılan dar sokaklarda dolaştık ve artık takaların kenarında deniz kokusunu içimize çekerek balık yemenin ve buzlu bir rakı içmenin zamanı gelmişti. Kalenin karşısındaki yan yana üç balıkçıdan en baştaki Burç Restaurantta, elimizi uzatınca suya değecek mesafedeki bir masaya oturduk.
Yemekten sonra , limanın boyuna yürüdük, gündüz olmayan kalabalık akşam serinliğinde sahili ve limanda kurulan akşam çarşısını doldurmuştu. Mütevazı, sevimli, tahta masa sandalyeleri ile hala küçük balıkçı köyü havasını koruyan sığacık, gerçekten cittaslow !
Birde her evin çatısında , kenarında ,köşesinde bir salyangoz figürü görüyorsunuz. Yavaş Şehrin dünyadaki semboluymuş.
İncik boncuk satılan tezgahları dolaştık, çay içtik , şaraplı dondurma * yedik, tekrar çay içtik. Ve neyseki sabahta burda uyanacaktık :)
Pazar günü Sığacık pazarı çok güzel ve iştah açıcı ! Köyün içine kurulan pazarda sadece Seferihisarda yetişen meyve sebzeler satılıyor. Birde pazarın yarısından çoğu Sığacıklı kadınların yaptığı birbirinden lezzetli baklava, kalburabastı, sarma , kesme erişte satan tezgahlar ile dolu ister evlerin bahçelerindeki masalara oturup bunlardan yiyebilirsiniz istersenizde eve giderken yanınızda götürürsünüz.
Biz pazar kahvaltımızı pazardan aldığımız börekler ile yaptık.
Akşam eve dönerken tekrar pazara uğrayıp, sarma ,kalburabastı, kestane ve incir reçeli aldık.
Mutlaka bir pazar günü Sığacık a gidin pazarında dolaşın ,limanda demli bir bardak çay için.
Dilerim yıllar sonrada bu küçük sevimli kıyı köyü böyle mütevazı kalmayı başarır.

22 Temmuz 2011 Cuma

EVDE TACO YAPMAK !

1999 yılında ilk Amerika da yemiştim bu meksika yemeğini. O zamanda malzemelerini marketten alıp evde yapmıştık. Kıymalı meksika fasulyesi de ( chili ) en sevdiğim yemeklerdendir. Taco yuda evde yaparken taco kabuklarının içine sadece soslu kıyma değil, meksika fasulyesi ve mısırda koyuyorum çok daha lezzetli oluyor. Büyük market yada bazı büyük şarküterilerde taco kabuklarını bulabilirsiniz genelde set şeklinde satılıyor zaten ; 12 adet kabuk + baharat karışımı ( toz halinde ) + mini kavanoz taco sosu.
Evde yapmak için gerekli malzemeler :
Taco Dinner Kit ( 12 adet taco kabuğu ve sosları )
1/2 kg kıyma
meksika faulyesi
haşlanmış mısır
yeşil biber
kırmızı biber
soğan
tuz karabiber
üzeri için chedar peyniri
marul

Yapılışı :
kutudan çıkan tacoları 10 dk kızgın fırına koyuyoruz
kıymayı az sıvı yağ ile kavuruyoruz
az tuz + karabiber ekliyoruz
küçük doğranmış kuru soğan ekliyoruz
kıyma iyice kavrulduktan sonra, küçük küp olarak
doğradığımız kızmızı ve yeşil biberleri ekliyoruz
biberler erimeyecek kadar pişirdikten sonra
paketten çıkan hazır toz sosu ekliyoruz
haşlanmış meksika fasulyesi ve
haşlanmış mısır ekleyip altını kapatıyoruz
Fırından çıkan tacoların içini dolduruyoruz
üzerine ince şerit doğranmış peyniri
biraz marul ve meksika soslarını koyuyoruz...
Yanında meksika birası ve koca bir tabak salata ile biz 4 kişi keyifle yedik..



Doymama olasılığına karşı tortilla ekmeğimizde vardı, aynı malzemeleri tortilla
ekmeğine sararak, bol soslu birer adette bu modelden yedik :))
Hafta içi olmasaydı yemeğimizin üzerine tekila içip tam bir meksika gecesi yapmış olacaktık.
Ama biz yemekten sonra ikişer shot kavunlu  keglevich içtik !